25 Şubat 2015 Çarşamba

ANTİBİYOTİK ETKİSİNDE TAVUK ÇORBASI


       Bu sene kar yağmasıyla beraber kışı daha bir hisseder olduk. Uzun zamandır İstanbul'a böylesi bir kar yağmamıştı. Tabi bu kar durumu kimine cefa, kimine sefa oldu. Kış mevsimi grip ve soğuk algınlığına bağlı hastalıklara yakalanma riskini de beraberinde getiriyor.
        Özellikle böyle hastalık durumlarında, canımız hiç birşey yemek istemez ve hafif mide bulantısı da beraberinde varsa, vay halimize...Tam da bu durumda bol limonlu, karabiberli tavuk çorbası dertlere derman olur...
        Hafif geçirdiğimiz soğuk algınlıklarında annemizin yaptığı meşhur limonlu, karabiberli "tavuk çorbası" ve olmazsa olmaz "ıhlamur çayı" ile kendimizi daha iyi hisseder ve kısa süre de toparlanırız.
        Canım annem (Türkiş Sultan) bu çorbaya "tavuk çorbası" demez, "hasta çorbası" der :) Bende onun bu "hasta çorbasına" uzun süreden beri müdavimi olduğum bir restaurantın, çok beğenerek yediğim tavuk çorbasından eklemeler yaparak daha da zenginleştirdim.
         Bundan mütevellit canım annem Türkiş Sultanımın "HASTA ÇORBASI" benim de içine eklediklerimle zenginleşerek "ANTİBİYOTİK ETKİSİNDE TAVUK ÇORBASI" adını aldı :)
         Yalnız bu çorbayı sadece hastalandığımız zamanlarda yapıp, içmek büyük haksızlık olur. Bu çorbayı davet sofralarımda yaptığım gibi, eşiminde sıklıkla yemek istediği çok lezzetli bir çorbadır. Sofranızda bu çorbaya sıklıkla yer vermenizi tavsiye ederim.



           Malzemeler
  • 1 adet tavuk göğüsü
  • 1 adet soğan
  • 1 adet yeşil biber
  • 1 adet domates
  • Yarım çay bardağı yıldız şehriye
  • 5-6 dal maydanoz 
  • Yarım limon
  • 2 tutam karabiber
  • 2 yemek kaşığı sıvı yağ
  • Tuz
          Soğanı rendeliyoruz. (Küçük küpler halinde de doğrayabilirsiniz. Ben çorbanın içinde yüzen soğan taneleri görmekten hoşlanmıyorum.O yüzden rendelemeyi tercih ediyorum.) Yeşil biberi uzunlamasına ortadan ikiye bölüp, çekirdeklerini çıkardıktan sonra ince ince doğruyoruz. 2 yemek kaşığı sıvı yağda soğanlarla beraber biberleri kavurmaya başlıyoruz. Küçük parçalar halinde kestiğimiz  tavuk gögüsünü de ekliyoruz.1,5 lt kadar sıcak suyu ilave ederek 15 dk. kaynatıyoruz. İçine yıldız şehriyeleri ilave ettikten sonra 10 dk. daha kaynatıyoruz. Domatesin kabuklarını soyuyoruz. Domatesi ikiye bölüp çekirdek kısmını çıkarıyoruz. (Dometesin kabuğunu soymazsak, domates sıcak suya atıldıktan sonra kabuklarından ayrılıyor ve çorbada böyle bir görüntüyü hiç sevmiyorum. Domates çekirdeklerini ayırmamızın sebebi de çorbanın yine görünümü ve rengini değiştirmemesi için kullanmıyorum.) Küçük küpler halinde doğruyoruz ve çorbanın içine ilave ediyoruz. En son 5-6 dal kadar maydanozu saplarından ayırarak sadece yapraklarını ince ince doğrayıp çorbaya ekliyoruz. Yarım limonun suyunu , 2 tutam karabiberi ve tuzu da ilave edip, 5 dakika daha kaynatıyoruz. Çorbamız servise hazırdır.
          Sofranızdan bereket, muhabbet ve sevdikleriniz eksik olmasın. Afiyet olsun...



         
       

21 Şubat 2015 Cumartesi

NİKAH ŞEKERİ YERİNE ÇOCUK GÜLÜMSEMESİ ARMAĞAN ETMEK


       Şubat ayının sonlarına yaklaşıyoruz...Mart ayını da atlattık mı gelsin düğün mevsimi :) İlkbahar, yaz, hatta yazın son demlerine doğru nikah ve düğün trafiği son hızla devam eder. Ne güzel şeydir evlilik...Sevdiğin insanla bir ömür hayatı paylaşmaya başlamak. Gelen bebişlerle de evin havası daha da neşelenir. Çocuklar büyümeye başlar, zaman hızla akar ve her sabah biraz daha yol almış, biraz daha olgunlaşmış, biraz daha yaşlanmış uyanırken, yastığın diğer tarafındaki o yüze, o nefese bakıp iyiki varsın demek.
        İşte bu düşünce ve heyecanla başlar evlilik hazırlıkları...Bütün herşey en ince ayrıntısına kadar düşünülür ve imkanlar dahilinde yapılmaya başlanır. Bunlardan biri de nikah töreninden sonra davetlilere, günün anısı olarak "nikah şekeri" hediye edilmesidir. Kendimden bilirim ki nikah şekeri alınır fakat pekte muhafaza edilmeden kırılır, kaybolur gider. Anne, baba ve belki 1. derece yakın akrabalardan bazıları hatıra olarak saklar ama çoğunluk tarafından nikah şekerinin esamesi okunmaz. Ne yazık ki bende dahil olmak üzere durum budur...
        Hem havada kalan bir hediye, hem olmazsa olmaz ve üstüne de hatırı sayılır hiç de azımsanmayacak bir meblağ tutunca, bunu doğru bir yere yönlendirmek gerektiğini düşündüm. Bu düşüncemi eşim Burak'la da paylaştım. Aklın yolu bir. O da bana hak verince bu düşünce ile çıktık yola. Biraz araştırınca nikah şekeri yerine davetlilere o günün anısı olarak ölümsüz bir hediye vermeye karar verdik.
        Darüşşafaka Cemiyetine nikahımıza davetli tüm kişiler adına bağışta bulunduk. Magnetlere telefon süsü nazar boncuğunu kendimiz ilave ettik. Böylece nikah şekeri için ayırdığımız bütçe doğru bir yöne aktarıldı. Bu vesile ile bir kaç çocuğumuzun eğitim masraflarına yardımda bulunup, bu kurumunda daha fazla kitleye ulaşmasına da vesile olduk.

         
      Darüşşafaka Cemiyetini bir çoğumuz bilmesine rağmen kısaca tanıtmak isterim. İşte kendi sitesinden yazısını sizlerle paylaşıyorum. Merak edenler için linkini yazının sonunda ekledim.

     "Darüşşafaka Cemiyeti 150 yıldır sunduğu kolej seviyesinde eğitimle, babası veya annesi hayatta olmayan, yetenekli ancak maddi olanakları yetersiz 1000’e yakın öğrenciyi, yaşam boyu öğrenen, evrensel değerleri benimsemiş, özgüvenli, ülkesine ve topluma karşı sorumluluklarının bilincinde, lider bireyler olarak yetiştiriyor.
      150’inci kuruluş yıldönümünü kutladığımız bu özel yılda, özel günlere yönelik geliştirdiğimiz ürünlerimizi tercih ederek Darüşşafaka’ya siz de destek olabilirsiniz.
      Sizin ve sevdiklerinizin tüm özel günlerinde Darüşşafaka Cemiyeti'nin sizin için tasarlayacağı ürünleri tercih edebilir, bu mutlu günlerinizde çocuklarımızın geleceğine bir ışık yakabilirsiniz."

 Linki;
(Darüşşafaka özel gün ürünleri ile hem çocuklarımıza bir gelecek bağışlayın, hem de misyonumuzun daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlayın... )

       Bazı cemiyet ve vakıflar hem bağış sağlamak, hemde misyonlarını daha geniş kitlelere ulaştırmak adına, özel günleriniz için ürün yapmaktadırlar. Onlardan bir kaçını paylaşmak istiyorum.

  • Darüşşafaka Cemiyeti
  • LÖSEV ( Lösemili Çocuklar Vakfı )
  • TEGV ( Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı )
  • Tohum Otizm Vakfı
  • UNICEF ( Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu )
  • TEMA
  • ÇEKÜL
  • HAYTAP Hayvan Hakları Fedarasyonu
  • WWF ( Dünya Doğayı Koruma Vakfı )

       Davetlileriniz nikah şekeri yerine, bu duyarlı davranış karşısında daha mutlu olacaklarını düşünüyor ve                TABİİ Kİ TERCİH SİZİN diyorum... 



     





 

18 Şubat 2015 Çarşamba

KÜÇÜK DEV ADAM CİHANGİR PAŞA'NIN KAHVALTISI


    Vay vay vay be...Böyle başlamak istedim söze...Hakikaten vay be... Zaman nasıl da geçiyor, inanamıyorum. Bir gün kimbilir, ne zaman diye kurduğum hayal, bugün Rabbime çok şükür kollarımda...ve ben bugün, canım oğlumun kahvaltısını paylaşıyorum.
    Cihangir'imi kollarıma almadan öncesine, geçmişe küçük bir yolculuk yapalım birlikte...
    Sırtımda 32 yıllık bir küfe...Küfenin içinde neler yokki...Nefes aldığım her an, içine birikir durur anılar, sorular...Bazısı cevabını buldu, bazısı hala bekliyor sırasını...
    O küfenin içinden çıkarıyorum bir anı...Gidiyoruz birlikte geçmişe...Bir zamanlar hep düşünürdüm...Ben acaba kiminle evleneceğim ?... ve ben bunları düşünürken o hayatıma dahi girmemiş adam nerede, ne yapıyor ?...Anne ne zaman olacağım?... Benim çocuğum acaba nasıl bir tip olur ?... :)
    Kafamdaki o bütün soruların cevabı bulundu. Hayatımın aşkı eşimle 2008 yılında ilişkimiz başladı. 2010 yılında nişanlandık ve 2012 yılında evlendik. 2013 yılında dünyalar tatlısı oğlumu kucağıma aldım...
    Cihangirden önce ve Cihangirden sonra hayatıma bakıyorumda, aslında oğlum hep varmış, hep benimleymiş.
     Bugüne kadar ben en çok bebeğimin hayalini kurmuşum. Bebeğim doğduktan sonra da  nefesim, aklım, fikrim, attığım her adımda, her anımda oğlum olduğunu görüyorum...
    Ben en çok anne olmayı istemişim...ve bugün BEN EN ÇOK ANNE OLMAYI SEVDİM....
    Hayatımın büyük aşkı, küçük dev adamım, benim canım oğlum. Rabbime şükürler olsun seni bana verdiği için...Allah isteyen herkese evlat sahibi olmayı nasip etsin inşallah. Tarif edilmez bir duygu.
    Annemi ve babamı daha iyi anlar oldum. Onların gözünden kendimi görür oldum. Eve biraz geciksem annemin telaşlanmasını daha iyi anladım. "Merak edilecek bir şey yok ki anne" dediğimde, "Sen bir evlat sahibi ol, o zaman anlarsın" sözünün abartıdan ibaret bir cümle olmadığını anladım.
    Şimdi benim gözbebeğim biricik oğluma iyi bakabilmek için elimden gelenin de fazlasını yapma gayretindeyim. Bu gayret ettiğim konulardan birisi de onun sağlıklı beslenmesi.
    Doktorumuzun verdiği kahvaltı reçetemizi sizlerle paylaşmak istedim. Bebişleri olanlara bir faydası dokunur umarım :)



      KAHVALTIMIZ ( Doktorumuz tarafından verilen kahvaltı reçetesidir.)

      Bebeğin 6. - 7. aylarında başlanır.

     60-90mlt kadar devam sütü, meyve suyu, ıhlamur veya anne sütünden birine;

  • 4-6 adet bebe büsküvisi
  • Yarım ile bir kibrit kutusu kadar tuzsuz yağsız beyaz peynir veya labne peyniri
  • Yarım yumurta sarısı (iyice pişmiş-katı)
  • Reçel veya pekmez
  • Tereyağı veya ceviz içi karıştırılarak bebeğe verilebilir.

         Şunu belirtmek isterimki Cihangir'in periyotik olarak düzenli yapılan tüm kontrollerinde doktorumuzun verdiği kahvaltı, sebze çorbaları, meyve püreleri, muhallebi ve yoğurt gibi tarifleri Cihangir üzerinde çok başarılı sonuçlar verdi.
          Cihangir şu an 19 aylık ve 19 ay boyunca hiçbir ay kilo almadan geçmedi. Cihangir'in sürekli hareketli ve enerji dolu bir bebek oluşu, bu arada diş çıkarma safhalarını kapsayan ve üstüne grip gibi hastalıkları geçirdiğimiz bu zaman dilimi içerisinde mütemadiyen her ay kilo aldı. Yalnız aldığı kilolar normal sınırların hep içerisindeydi. Boy uzama durumu ise normal ve normal sınırların üstünde seyrettiği durumları oldu. Ama asla kilo ve boyu hiçbir zaman, normal sınırların altına düşmedi.
         Bebeğin gelişiminde genetik faktörlerin yanı sıra, iyi ve sağlıklı beslenmenin yeri büyük. Nasıl ki yetersiz beslenen bebeğin gelişiminde problemler çıkabiliyorsa, gereğinden fazla besin takviyesininde obezite gibi ilerde sağlık problemlerine, kapı açacağı bir gerçek. Bu yüzden dikkat etmek gerek diye düşünüyorum.
         Herkese bebeğiyle keyifli, bol neşeli ve sağlıklı günler diliyorum.
       
         
   




12 Şubat 2015 Perşembe

MALDİVLERDE RÜYA GİBİ BALAYI

       Blogumda gezip gördüğüm yerler hakkında edindiğim tecrübeleri ve düşüncelerimi de paylaşmak istedim.
       Deniz tutkunu birisiyim. Denize girip ıslanıp çıkan, ardından güneşlenen birisi değilim ben... Saatlerce denizde kalıp, el ve ayak parmaklarım buruşmuş bir şekilde çıkarım :) Suyun üzerine uzanıp, gökyüzünü seyreder ve bundan büyük bir keyif duyarım. Denize dalıp suyun içinde sessizliği, huzuru ve dinginliği  hissetmek... bütün koşturmalara, hep birşeylere yetişmeye çalışmalara, tüm telaşlara ara vermektir...Benim için deniz bu denli önemlidir işte... :)
       Tatil anlayışım kendimi bildim bileli denize girmek,  kitap okumak, şezlongta dalgaların sesinin ninnisi eşliğinde şekerleme yapmaktır. Akşam ise deniz kenarında yapılan yürüyüş ve güzel bir balık ziyafetidir. Yani dinlenme ve keyif üzerine kuruludur. Tatilde bar, club bana göre hiç değil... Çok şükür ki eşimin tatil anlayışı, benimki ile birebir örtüşünce şahane bir uyum yakaladık. Kendisi denizi çok seven, windsurf yapan ve zıpkınla balık avlayan bir şahsiyet olunca, balayımız süresince hep bir ayağımız suda olacak tercihler yaptık.
       Balayımız tam 1 ay sürdü :) İlk bir hafta evimizde dinlenip, havuz keyfi yaptık. Geride bıraktığımız tüm telaş ve koşturmalardan sonra evde olmak çok keyifliydi. O yorgunluğun üzerine bavul hazırlayıp, yollara düşmemek çok iyi geldi :)  İkinci haftamızda Antalya Dedeman Otelde geçirdik. Üstüne de "Altın Portakal Film Festivali'ne" denk gelince çok neşeli geçti. Neşeli diyeceğim çünkü bir çok sinema sanatçısı ile aynı otelde kalınca renkli görüntüler çıktı. Tabii bizde bundan nemalandık. Burak'ın Tecavüzcü Çoşkun'u sağına, Nuri Alço'yu da soluna alıp, " işte benim kankalarım " modundaki fotografı efsane oldu :) Her ne kadar konumuz Maldivler olsa da bu fotograftan söz etmişken, paylaşmadan edemeyeceğim... :) Her baktığımda çok gülüyorum :)))



        Neyse kaldığımız yerden devam edelim...Sonraki 1 haftamız Maldivler de geçti. Buraya herhangi bir anektod düşmeyeceğim. Zaten tüm detayları ile sizlerle paylaşacağım :) ve son bir haftamız yazlıkta Esenköy'de, eşim zıpkınla balık avlayarak, bende yine deniz kenarında yürüyüşler yaparak geçirdim. Keyifli, dinlendirici ve rüya gibi bir balayı geçirmiş olduk.
       Gelelim Maldivlere...Turkuaz rengi suyu, beyaz kumu ve şahsına münasır bungalow evlerinin doğa ile bütünleşen uyumu, tercih sebebi olarak cazip dursa da ilk sıramda değildi. Buraya gitmek istememin ilk nedeni su altı zenginliğiydi. Dünyanın en iyi 10 dalış yerinden biri Maldivlerdi. Gerek su altı, gerek su üstü güzelliği "yalancı cennet" diye tabir edilen bir yer. Durum böyle olunca bir de dünya gözüyle görmek gerek dedim. Şimdiki eşim, o zamanki nişanlımla bu düşüncemi paylaştım ve kendimizi Maldivlere giderken bulduk :)
       Maldivler Hint Okyanusunda 1200 adacıktan oluşan bir ülke. Tamamı müslüman olan yaklaşık 300 bin nüfuslu bir yer. Başkenti Male olan bu ülkede sadece 280 ada da yaşam sürmekte ve neredeyse herbir ada da otel var diyebiliriz..Çünkü yerlilerin geçimini turizm ve balıkçılık sağlıyor. Oteldeki garsonumuz  Muhammed ile yaptığımız kısa sohbetlerden bir bilgiydi.
        Yolculuğumuz İstanbuldan Katar 'a 4 saat uçarak başlamış oldu. Katarda 2 saat bekleyip, tekrar 4 saat daha uçarak Maldivlere iniş yaptık. ( Maldivlere giderken 2 tercih sunuluyor. Ya Katar'dan yada Dubai'den aktarma yapılarak varılıyor. Dubai'yi tercih ederseniz 1 gece Dubai de konaklamanız gerekiyor. Katar'ı seçerseniz 2 saatlik beklemeden hemen sonra Maldivler uçağına binebiliyorsunuz. Biz bir an önce Maldivler de  olmak istediğimiz için Katar'ı seçtik.)
        Nihayet Maldivlere gelmiştik. Uçaktan görülen manzara bizi daha da sabırsızlandırıyordu....


             Uçağımız oldukça küçük bir havalimanına iniş yaptı. Rezervasyon yaptığımız otelin personeli, havalimanında bizi karşıladı. Bizde düştük peşine ve yolun kenarına geçer geçmez hızlı sürat teknesine bindik. Paradise Island Adası'na doğru yol almaya başladık. Etraftan gözlerimi alamıyordum. Sadece Burakla gözgöze geldiğimizde birbirimize sırıtıp, etrafımızdaki güzelliği sindirmeye çalışıyorduk. 20 dakika süren sürat teknesi ile olan yolculuğumuz bitmişti. İskeleye yanaştığımızda adımımızı atar atmaz donup kaldık. Eşimin ağzından dökülen kelimeler " Kendimi bir kartpostalın içinde hissediyorum" oldu...Eşimin bu cümlesi duygularıma tercüman olmuştu. O an hissettiklerimi ifade edebilecek, bundan daha iyi bir cümle düşenemiyorum. Çünkü Maldivler fotograflarına baktığımızda manzaranın fotoshop değil, gerçek olduğunu gördük.
            İskeleden otele yürürken suyun turkuaz rengi, berraklığı ve içindeki rengarenk balıkların görüntüsü akvaryumun ortasından geçiyormuşum hissi uyandırıyordu. Adaya hakim olan mis gibi bir koku var. Plajın beyaz kumunun güneş ile bütünleşen büyüleyici parlaklığı ve coconut ağaçları otelin girişinde bizi karşıladı. Sadece iskeleden otele yürürken bu kadar kısa sürede bu doğa harikası yerin bana yaşattıkları, yaşatacaklarının da ilk ispatıydı. Burası tabiri caizse yalancı cennetti.


             Otele giriş işlemleri yapıldı ve golf araçlarına yüklenen bavullarımızla beraber villamıza doğru yol aldık. Odamızın kapısı okyanusa açılıyordu. Önünde bize ait iki adet şezlong, ağaçların altında bizi bekliyordu. Görüntü enfesti.



              Bundan sonra bize bu yerin tadını çıkarmak kalıyordu. Hava mükemmeldi. Ne yakıcı bir sıcak, ne de ürperten bir soğuk vardı. Ilık havanın, tropikal iklimin hazzı anlatılmazdı. Kaldığımız süre içinde 2 kere yağmur yağdı. Biri gece ve biri gündüzdü. Ilık yağan yağmurda denize girmek enfesti. Gece ise aklımdan; dünyanın bir ucunda yanımda hayatımın aşkı eşimle kahve içmek, yağmurun sesi ve karşımda okyanus manzarası ile yaşadığım bu anı hafızama olabildiğince iyice kazımak geçiyordu. Çünkü biliyordum ki yaşadığım bu anın değeri paha biçilmezdi.
     

             Maldivlerde suyun rengi görsel bir şölendi. Turkuaz rengi olan su, az ilerde mavi rengini alıyordu. Sonra tekrar turkuaz rengi ve laciverte dönüyordu. Bu renk değişimleri, bir an da suyun derinliğinin değiştiğini gösteriyordu. Belinize gelen turkuaz rengi su, bir adım daha atmanızla onlarca metre derinleşiyordu. Sonra tekrar belinize gelen turkuaz renk suyla buluşuyorsunuz. Yani aşamalı yavaş yavaş derinlikle buluşan bir su değil. Turkuaz rengi su belinizdeyken bir kulaç daha atmanızla lacivert rengi suya geçip, yüzlerce metre derinlikteki suda buluyorsunuz kendinizi... Okyanusta yüzmenin güzelliği bu olsa gerek :)


           
             Maldivlerde yüzmek akvaryumun içinde yüzmek gibiydi. Etrafımızda çeşit çeşit, rengarenk balıklar dolaşıyordu. Balıklar insanlardan hiç zarar görmedikleri için kaçmıyorlardı. Suya girdiğinizde onlarla beraber yüzerken, sizde kendinizi suda yaşayan bir canlı gibi hissediyorsunuz. Hani benden de iyi deniz kızı olur sanki :P




        En sevdiğim kısıma geldik. Artık dalıştan söz etme vaktidir. Hep dalış yapmayı istedim fakat bir türlü gerçekleştirme imkanını ve fırsatını bulamadım. Meğer kısmetimde ilk dalışımı Maldivlerde yapmak varmış. Bilmeden çıtayı yüksek tuttuk :) Bu su altı cennetini gördükten sonra başka bir yerde dalış yapmak, bana pek keyif vermeyecek sanıyorum...



           İlk dalışım için hem heyecanlı, hemde merak içindeydim. Ne de olsa yıllardan beri istediğim birşeydi. Bir de bunu Maldivler de gerçekleştiriyordum. Keyfime diyecek yoktu doğrusu :) Dalış yapmadan önce küçük bir eğitime tabii tutuluyorsunuz ve başarılı olduğunuz takdirde dalışa hazırsınız. Bu spor soğuk kanlı ve panik olmamayı gerektiriyor. Gözlüğünüze su dolabilir, nefes almanızı sağlayan regülatör ağzınızdan çıkabilir, indiğiniz derinlikte kulaklarınızın ve vücudunuzun, maruz kaldığı basınçta neler yapmanız ve nasıl davranmanız gerektiğini zaten dalışa merakım olduğu için okumuş ve teorik olarak biliyordum. Kısa eğitimimizi tamamladıktan sonra dalışa hazırdık. Beliniz boyunda olan su 20 metre kadar ilerledikten hemen sonra, bir anda 50 metre derinleşiyor ve dalışınız başlıyor.




          Suyun altı ayrı bir dünya. O kadar güzel ki... Bugüne kadar hiç görmediğim tipte ve güzellikte rengarenk balıklar, resifler, mercanlar, ahtapot, devasa kaplumbağa ve adını bilmediğim değişik deniz canlıları gördüm. Dalışımız 10 metreye kadardı. Dalışımız başlar başlamaz indiğiniz her metrede, dalış eğitiminde anlatıldığı gibi kulaklarınızı eşitliyorsunuz. 8 metreye kadar sıkıntı yaşamadım. 8 metre de  kulaklarım tabiri caizse patlayacak gibi hissettim. No panic :) Bizimle birlikte olan dalış eğitmenimize,  yine eğitimde anlattığı şekilde durumumu aktardım. Ne yapmam gerektiğini biliyordum ve kısa bir süre sonra kulaklarım normale döndü. Artık suyun 10 metre altındaydım. O an aklımdan geçenler; " Hayatta o çok istediğim, dalış deneyimini yaşıyorum. Maldivlerde suyun 10 metre altındayım. Etraf tarif edilemeyecek kadar güzel ve kendime bu anı hafızana iyi kaydet Pınar" diyordum... :)  Hatta o kadar keyif aldım ki fırsat bulduğumda, "1 yıldız balık adam eğitimi" almayı istiyorum.


            Dalışımız bitip suyun üzerine çıktığımda eğitmenim burnumu işaret ediyordu. Bir sıkıntı ve sorun var mı diye ilgilendi. Tabi ben görmüyorum. Burnumda küçük bir kan vardı. Suyun derinliğine bağlı duyularınız basınca maruz kalıyor ve verdiği tepkilerde kişilere göre değişiyor. Normalde eşim daldığında kulakları ağrıyordu. Esenköyde sürekli dalış yaparak, kulaklarını eşitleme egzersizleri ile bu sıkıntısını geride bıraktı. Benim ise daldığım zamanlarda kulaklarımda herhangi bir sıkıntı hiç olmamıştı. Hatta daldığımızda Burak'ta acaba bir problem olur mu diye aklımdan geçirirken, bende oldu. Sanıyorum basıncın etkisiyle kılcal damarlardan biri çatladı. Bu benim 8 metre de duyularımda basıncı ne kadar yüksek hissettiğimin göstergesiydi. Ama ne o an, ne de gece ve sonrasında herhangi ağrı ve sıkıntım hiç olmadı. Eşimin, bende sevdiği özelliklerden birisi, böyle durumlarda yapımın panik yerine çözüm üretmeyi otomatik olarak yapması. Allah'a binlerce şükür olsun ki yeni araba kullanmaya başlamış, daha önce motosiklet kullanıp benden kaynaklanmayan bir kaza atlatmış ve oğlum Cihangir'in herşeyi ağzına atma alışkanlığı gibi benzeri durumları tecrübe etmiş birisi olarak, bağırıp çağırmak, panik yapmak yerine, sessizce durumu kurtarma analizini yapar ve hemen uygularım. Dalış yapmaya uygun bir yapınız yoksa da hiç önemli değil. Maldivler de sığ sularda bile işte böyle güzel balıkları rahatlıkla görebilirsiniz.



         Kıyı da dolaşan küçük köpek balıklarını da görmek mümkün. Hiçbir balık sizden asla kaçmıyor. Dokunduğunuzda biraz ilerliyorlar ve sizin yanınızda duruyorlar. Doğa ve insanlar mükemmel bir uyum içerisinde. Bu deneyim inanılmazdı.



          Tabii bu doğa harikası yerde, başka aktivitelerle de tabiri caizse keyfinize cila çekebilirsiniz :)
Mesela windsurf yapmak gibi...Eşim uzun zamandır windsurf sporuyla ilgileniyor. İşte eşimin Maldivler sularında, rüzgar gibi esen karelerini sizlere iftiharla  sunarım :)


          Balayı çiftlerinin başlıca tercihi Maldivler. Sanırım bu sadece insanlar için değil, hayvanlarında balayı tercihi :) Objektifimize takılan bukelemun bir çift :) ve tabii yakışıklı papağanımız Rich'i de sizlerle tanıştırmak isterim. Rich ile ilgilenen kişiden izin isteyerek, onu beslemek istedik.  Ama o bizi ısırmayı tercih etti. Durum böyle olunca bizde onu uzaktan sevdik. :)



             O kadar güzel bir yer ki anlat anlat bitmez. Gecesi ayrı güzel, gündüzü ayrı güzel. Hele de coconut ağaçları yok mu bayıldım. Hazır bulmuşum fırsatını hergün tıka basa coconut yedim :)





        Okyanusun kumsala oynadığı oyunlar da olmuş ve gözlere şenlik enteresan görüntüler çıkmış. Okyanus resmen ikiye bölünmüş gibi...  Görünce büyülendik. Metrelerce okyanusun ortasında gidiyorsunuz sağınız ve solunuzdaki su derinleşirken, siz bileklerinize bile gelmeyen su da okyanusun içine doğru yürüyorsunuz...


   Maldivlerde zaman duruyor, yaşlanmıyor insan...Ömrünüze ömür katıyor sanki... Trafik yok, stres yok, kargaşa yok, gürültü yok, kötü hava yok...Mis gibi temiz hava ve egzotik koku var, pırıl pırıl yakmayan ama içinizi ısıtan güneş var, ruhunuzu benliğinizi şımartmak var...lafta değil özde huzur var...







          Gelelim yemeklerine... Çevremdeki yurtdışına çıkmış ve aç kalmış insanların hikayelerini çok duydum. Fakat farkettim ki, biz Maldivleri seçerek sadece gözümüze, ruhumuza değil midemize de  ziyafet çekmişiz. Tatil dönüşünde eşimde bende 1 kilo almış döndük. O kadar yüzmemize rağmen... :) Gittiğinizde aç kalmazsınız. Türk mutfağı ile aynı lezzette et yemekleri, balık ve diğer dünya mutfağına ait yemek seçeneklerinin de fazla olduğunu söyleyebilirim...


     Akşamı da ışıl ışıl bu arada... Yemekten sonra yürüyüş yapmak, okyanusu seyretmek gündüzü kadar keyif verici...Akşamlarımız böyle geçerken, bir de buranın gece hayatı nasılmış diye fikir edinmek için, bir gece de eğlencesine gittik. Tarkan'ın dünya çapında tanındığına bizzat şahit olduk. Sahne de Tarkan'ın  "Fındık kıran " şarkısını sevimli bir telaffuzla söyleyen, müzisyen grubu görünce çok keyiflendik ve son ses eşlik ettik :)


     Maldivler ile ilgili yazıma son vermeden önce hediyelik eşyalara da değinmek istiyorum. Maldivlerden ayrılırken eşe dosta ve tabii kendinize hatıra olarak alacağınız hediyeliklerin fiyatı da gayet makul. Bunu da belirtmek istedim.



       Fırsatınız ve imkanınız olduğunda hayatınızda gidilecek yerler listenize, kesinlikle Maldivleri ekleyin derim. İnsanın kendine verebileceği en güzel hediyelerden biri bu tatil. Kötü olarak anlatabileceğim hiçbirşey yok. Havasından mı suyundan mı bilinmez sadece doğası değil, insanı da çok güzel. Hoşgörü ve saygı hakim. Sözlerime son verirken Maldivlerde balayı önerimi kabul eden ve bana bu tatili hediye eden eşime çok teşekkür ediyorum. Canım kocamla ailemizi büyüterek çocuklarımızla birlikte, keşfedecek daha birçok yerlere yelken açmayı diliyorum. Herkese sevdikleriyle birlikte keyifli zamanlar ve bol güneşli tatiller diliyorum...


5 Şubat 2015 Perşembe

HAMBURGERİN BU KADAR LEZZETLİSİNE AZ RASTLANIR

   
       Bu bölümde sizlere beğendiğim lezzetleri ve memnun kaldığım mekanları paylaşacağım. Amacım tecrübe ettiğim bu yerler hakkında, naçizane sizlere fikir vermek.
       Bu lezzeti ve mekanı keşfetmemi sağlayan eşim oldu.Yakın bir zamanda eşim lezzetli bir hamburger yemiş. Eve geldiğinde '' Pınar kesinlikle bu hamburgeri yemelisin. Çok beğeneceksin" dedi. Üstüne üstlük eşim  ''Bugüne kadar hamburger yediğimi sanıp, verdiğim o paralara haram olsun" deyince beni iyiden iyiye aldı bir merak... Çünkü herhangi bir alışveriş merkezine ne zaman yolumuz düşse, eşim genellikle hamburger yemeyi tercih eder. Ben ise hamburger dışında yemek yemeyi tercih ederim. Hamburgeri nadir yerim. Bu açıdan bakıldığında damak tadı aynı lezzete alışmış biri ile hamburgeri pek yemeyen birine, aynı lezzeti beğendirmek zor. Durum böyle olunca ertesi akşam düştük yollara :)      
       Mekandan içeri girer girmez ilk gözüme çarpan, bir duvarın yarısının şarap şişeleri ile dekore edilmiş olması. İçerideki dekor ve yarattığı ambiyans, klasik hamburger mekanlarından çok farklı. Sizi güler yüzlü ve gerçekten çok ilgili bir personel karşılıyor. Özellikle çocuklu bir aile için bulunmaz nimet :) Çünkü ben bu lezzetli hamburgeri tadarken, garson abileri Cihangirle yakından ilgilendiler.
          Gelelim sipariş aşamasına...Siparişimiz kısa bir sürede hazırlanıp, güzel bir sunumla önümüze geldi. Buradan  +1 puanı kaptılar.  Gerçekten bugüne kadar yediğim en iyi hamburgerdi. Benim gibi hamburgeri pek yemeyen birini bile, müptelası yapabilir. Kesinlikle gidilip yemeye değer. Gerek patatesi olsun, gerek ara sıcak sunum tahtasında sunulan soğan halkaları olsun gayet başarılıydı. Üstüne de bir hamburger yerinden beklenilmeyecek lezzet ve sunumla da sufle gelince, açıkcası şaşırdım. O kadar doymuştum ki suflemi, yarısında bıraktım. Servisleri toplamaya gelen garsonumuz, yarım bıraktığım suflemi alırken hoş bir üslupla "Beğenmediğiniz birşey mi oldu efendim" deyince içimden "yok artık" dedim. Aslında birçok hizmet kuruluşunda olması gereken bu. Ama maalesef böyle yerler az olupta denk gelince, böyle olması gerektiğini bildiğimiz halde, överek bahsediyoruz.
          Bu arada seçimimi "Casablanca burger" den yana kullandım. Ayrıca fiyat listesini de paylaştım. (Fiyatlar ocak-2015 tarihinden...)
           Sonuç olarak gönül rahatlığıyla, lezzetli mi lezzetli bu hamburgeri herkese öneriyorum. Fırsat bulduğunuzda "Burger House"  kesinlikle uğrayın derim...










1 Şubat 2015 Pazar

SİİRT USULÜ KİTEL

        Kitel ile tanışmam 2009 yılında eşimin ailesini tanımamla başladı. Yani 26 yaşında " Sayın Kitel'' ile tanışma fırsatına nail oldum."Sayın Kitel" diyorum çünkü, bu lezzeti tatmadığım 26 sene için yas tutabilirim :)
        Sevgili annem (Gülçin Sultan)  babamla evlendiğinde görmüş benim gibi kiteli...Sonra kayınvalidesinden kitel yapmayı öğrenmiş. Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın. Annemin kayınvalidesi bu güzel lezzet için anneme el vermiş ve bugün bizimde kitel ile tanışmamıza vesile olmuş. Bende annem ne zaman kitel yaparsa pür dikkat izlerim. Hatta hiç birşeyi kaçırmayayım diye kameraya çekiyorum. Annemde sağ olsun en ince ayrıntısına kadar bana anlatır ve öğretir.
        Gel zaman git zaman, bana bir cesaret geldi. Eşim işte, Cihangirde uyuyordu. Hazır kitel yapımını da kameraya çekmişim, bir deneyim dedim. Bir baktım ben kitel yapıyorum. Sevinçten havalara uçtum. Eşimde kiteli yedikten sonra tamamdır, güzel olmuş deyince çok mutlu olmuştum. Bundan sonra olabildiğince kitel yapıp, bolca tecrübe kazanmak kalıyordu bana.
         Aile de annemden başka kitel yapan yok. Bu lezzet bir nesilden diğerine aktarılmalıydı bence. Olaya bu kadar ciddi yaklaşıyordum. Çünkü annem kayınvalidesinden öğrenmeseydi bugün hiçbirimiz kiteli tanımayacaktık. İleride torunlarımda yemeliydi, bu leziz Siirt kitelini. Hem belki de gelenekselleşir. Annem kayınvalidesin öğrenmiş, bende annemden öğrendim. Cihangir de evlendiğinde, aldığı hatuna da ben öğretirim diye düşünmeden edemedim :) Tabi sonra bu düşünceme gülerken buldum kendimi :)
         Kitel'i hala tanımayan varsa tanıştırmalı ve bu tarifi herkesle buluşturmalıyım dedim. Kitel hamurunun iç harcının konulup, kapatılması bu işin püf noktası. Bunu da video ile herkesle paylaşırsam yapmak isteyen bir çok kişi deneyebilirdi. Bu tarif için anneme çok teşekkür ediyorum. Annemi (Gülçin Sultan) ve kitel tarifini sizlerle başbaşa bırakıyorum.

 Malzemeler

 Dışı için
  • 1750 gr. sefer kitel bulguru (Sefer kitel bulgurunu Fatihte Siirtliler pazarından temin edebilirsiniz)
  • 1 yemek kaşığı reyhan
  • 1 yemek kaşığı pulbiber
  • 2 yemek kaşığı tuz
İç Harcı
  • 1 su bardağı pirinç
  • 150gr margarin
  • 1kg dana döşten kıyma (1 kere çekilmiş olacak)
  • 2 adet soğan
  • 1 demet maydanoz
  • 1 yemek kaşığı karabiber
  • 2 yemek kaşığı pulbiber
  • 2 yemek kaşığı tuz
  • 3 diş sarımsak
Yapılışı

       Derin bir tepsiye sefer kitel bulgurunu (kitellik bulgur), 1 yemek kaşığı reyhanı, 1 yemek kaşığı pulbiberi ve 2 yemek kaşığı tuzu ilave ederek harmanlıyoruz. Bu karışımın üzerine göz kararı ılık su ilave ediyoruz. Suyun miktarı sefer kitel bulgurunu ıslatacak kadar. Bu şekilde yaklaşık 30dk. sefer kitel bulgurunun suyu çekmesi ve dinlenmesi beklenir.
       Bu arada bizde iç harcı hazırlamaya başlayabiliriz. 1 su bardağı pirince 150gr. margarin, 1 yemek kaşığı tuz, 2 adet yemeklik doğradığımız soğanı, 1 su bardağı sıcak su ilave edip haşlıyoruz. Yaptığımız tabiri caizse soğanlı pilav soğuyunca, 1kg dana döşten kıymamızın içine katıyoruz. İnce doğradığımız 1 demet maydanozu, 1 yemek kaşığı karabiberi, 1 yemek kaşığı tuzu, 2 yemek kaşığı pulbiberi ve sarımsak ezicisiyle ezdiğimiz 3 diş sarımsağı da katarak harmanlıyoruz. Böylece iç harcımızı hazırlamış oluyoruz.
       Islatıp suyunu çekmeye bıraktığımız sefer kitelini artık yoğurmaya başlıyoruz. Eğer cıvık olursa karışım, içine sefer kitel bulguru ilave edebiliriz. Karışımı bolca yoğurarak, kulak memesi yumuşaklığı kıvamında hamur elde ediyoruz. Bu hamurun üstünü, ıslak bir bez ile örtüp 20dk. dinlenmeye bırakıyoruz. (Hamuru ıslak bez ile örtmemizin sebebi, hamurun kurumaması için).Daha sonra tekrar yoğurarak, hamurdan bezeler koparıp şekil vermeye başlıyoruz.
    Her bir bezeyi elimizde yuvarlıyoruz. Sonra hamur bezesinin ortasına işaret parmağımızı batırıp, kenarlarını elimizle incelterek kase şekli vermeye çalışıyoruz. Ortasına hazırladığımız harcı koyuyoruz ve elimizle yuvarlayarak üstünü kapatıyoruz. Üstünü kapattığımız kiteli, elimizle hafif hafif bastırarak inceltip yuvarlak bir şekil veriyoruz. Kitelin bu kapatma işini yaparken hamur elinize yapışabilir. Hamurun elinize yapışmaması için, ara ara ellerinizi su ile ıslatırsanız daha rahat yapmanızı sağlar. Bu yüzden yanınızda bir kase suyun olmasında yarar var.
     Siirt usulü kitelin, hamurunun içine iç harç konulup kapatılması işi, daha anlaşılabilir olması ve uygulama kolaylığı sağlaması için video ile çekim yaptım. Böylece kitel yapmamak için hiçbir bahaneniz kalmıyor :)
     Kitelin son aşaması, haşlanmasıdır. Derin bir tencerede kaynayan suyun içine tuz ve 1 yemek kaşığı limon suyu ilave ediyoruz. Yaptığımız kitelleri tek tek kaynayan suyun içerisine bırakıyoruz. Ara ara kevgir ile tencerenin dibine yapışmaması için karıştırıyoruz. Kiteller haşlanırken birbirine yapışmaması için, tencerenin büyüklüğüne bağlı olarak partiler halinde kitelleri haşlıyoruz. Pişen kiteller suyun üzerine çıkarlar ve servise hazırdırlar. 
     Sofranızdan bereket, muhabbet ve sevdikleriniz eksik olmasın...Afiyet olsun.